27 Şubat 2012 Pazartesi

Ay Carmela!


Bilgisayarımın şarjı az. Bi cafede ortamın uğultusundan kurtulmak için mp3 çalarım kulağımda. Aa oysa örtmenim tek başımıza bir cafeye gidip, yan masadakileri dinlememizi salık vermişti :)) Amaç insan malzemesinin davranışı, başka bi merakımız yok yani. Niyetimiz iyi :)
Öykü günleri bitti. Oranın da uğultusu sinir bozucuydu, insanların saygısızlığı bazen sinir bozuyor. Çayımdan bi yudum aldım. Pencereler buğulu, dışarıda ne yazık ki yağmur var. Evet insanlar çoğu zaman sinir bozucu malzemeler... Latife Tekin'in olduğu konuşma iyiydi. Sansür ve edebiyat. Tabi kendisi sansürü dillendirmek bile istemedi ki iktidara malzeme olmasın. İktidara çaktırmadan yapılan muhalefete tepkiler aldı. Dedi ki, edebiyatçı okurunu iktidarın giremeyeceği yerlere götürmelidir. Ben onun olduğu şeyi red ettiğim için o bana karşı.. Benim red ettiğime talip olduğu için ben o dilde konuşmaya tenezül etmedim.
Sonra Yeşim Dorman ilk baskının kadına yapılan cinsel baskı olduğundan konuya girdi. Bunun bir rüyayla resmini çizdi. Ve sevgi sansürünün gizli faşizm olduğunundan bahsederken aslında baskıladığımız sansürlediğimiz hislerin başka bir yerde metafor olarak açığa çıktığından bahsetti ki ben bunu çok sevdim ;)
Küçük bi kız gibi görünen Mine Söğüt'se, hayatta edepliysem edebiyatta edepsiz olmak isterim, dedi. Diyeceğimi demiyormuş gibi yapmaya başlarsam kendimi kötü hissederim, de dedi. Ve, iktidar ne derse desin kişinin kendi içindeki iktidarla hesaplaşmanın daha önemli olduğunu söyleyerek Latife Tekin'le ufaktan atıştı :)
Müge İplikçi, gazeteci geçmişine tekrar döndüğünü, düşüncelerini artık sadece edebiyatla anlatamamaya başladığını söyledi. Ve çoğunluğun edepsizleşmesinden ve artık bunun makbul karşılanmasından rahatsızlığını dillendirdi.
Öykü günlerinin onur konuğu Leyla Erbil beklediğimden yaşlıydı. Gel gör ki ben sadece Tezer Özlü ile mektuplaşmaları dışında kadına ait herhangi birşey okumadım şu zamana kadar. Şu zamanda ise örtmenime danışmam gerekecek :)
Yağmur gözle zor görülecek kadar azaldı. Hımmm yazarlık atölyemiz ise ilk dersten anladığım adarıyla tadından yenmeyecek. Enteresan bi kızlar voltranı oluşturduk hissine kapıldım gidiyorum. Yeni anneden tutun da deneyimli anneye, ben gibi bekarlara, boşanmışlara, işinden muzdarip olanlara, işini bitiren emekli olanlara bütün kızlar toplandık modundayız.
Örtmenimiz daha ilk dersten ödevi verdi ki ben o ödevi tadını çıkara çıkara yapmak istediğimden hala başlamadım. Zira ödevden korkmuyor da değilim çünkü ödev kazık! Kendinle yüzleş, diyor! Sevinçli bir telaş içine soktu bu ödev beni.
Bu iyi işte, yağmur dindi. Akşama kedi'deyiz. Kedi iyi, ellerinizden öper.
Ay Carmela deyip, deparı atıyorum!

24 Şubat 2012 Cuma

Püürrr Pıırrrr Püürr Pıırrrr

Pazartesiden bu yana pür neşeyim. Çünkü güneş yüzünü gösterdi sağolsun. Bende bir neşe bir hiperaktivitedir gidiyor. Öncelikle pazartesinden başlamalıyım. Herşey güneşin kışkırtıcılığına kapılıp kendimi Kordon'da bulmamla başladı. Vapurdan Pasaport'ta inip yürümeye başlayınca bir de ne göreyim :) Sergi! Sergi gören masum İzmirli. Hem de öyle ev kadını, emekli işi sergi değil ha, baya baya puantalist, empresyonist... Buarada sergi Fransız Konsolosluğu'ndaydı. Aslında işin tuhaf yanı şu ki, ben o eski ve güzel binanın artık Fransız Konsolosluğu olarak değil de Arkas Holding'in sanat merkezi olarak kullanıldığını sanıyordum...
Sergiye girerken böyle bi korumalar, kulübedeki korumaya ad soyad telefon e-posta yazdılarmalar... Dedim n'luyor!  Sanki içerde kaşıkçı elması sergiliyor mübarekler! Neyse içeri girdim güvenlikçi arkadaş çantamı ilerdeki dolaplara koymamı bir de fotoğraf çekmemem gerektiğini buyurdu. Dolabı da açamıyor muyum! Söylene söylene bıraktım çantayı.  Ama yok bitmedi. Sergiyi benden başka bir de yaşlı çift geziyordu. Daha doğrusu kadın geziyor, erkek kanepemsi şeyde oturuyordu sıkılarak. Yani sergide toplam 3 sanat izleyicisi ve her sanat izleyicisinin dibinde ikişer güvenlik! Homurdana homurdana ben mi sergiyi izledim, güvenlikçiler mi beni izledi anlamadım! Hayır bir de insan sergiye azcık müzik de katmaz mı! Adımımı attıkça gıcırdayan parkelere mi sinir olayım arkamdaki 2 güvenlikçiye mi! Ömrümde böyle sergi gezmişliğim olmamıştı... Ha bir de fotoğraf çekemiyorduk ya onlar öyle sansın. Paltomun 2 beden büyüklüğüne sığınarak telefonumla çatır çatır çektim. Tabi görüntü kalitesi bir hayli düşük ama bana verdiği haz kocaman :) Buarada sergide Fransız empresyonist ve puantalist ressamların tabloları vardı. Aralarında muazzam resimler vardı. Bu empresyonist yani izlenimci ressam arkadaşlar, rengin ışık olduğunu anlayıp şövalelerini alıp sokağa çıkmış, ışığın gün içindeki renk değişimlerini hızlıca tuvale aktarmaya çalışmış vakti zamanında. Yani resimlerdeki fluluk görme sorunuyla alakalı değil :) Bir de Saint-Lazare tren istasyonu ressamların favori mekanlarından biri. Trenlerden çıkan dumanların garın çatısındaki cama yansıyışını çabucak tuvale aktarmak için bir hayli debelenmişler.
  Monet
Tabi sergide bunlar yoktu. Daha çok figür ve dış mekan çalışılmış tablolar sergilenmişti.  Dibimdeki güvenlikçilere sinir olmaktan ressamların adlarını not edemedim bile. Birkaç Monet, Renoir tablosu görmek şaşırtmadı değil. Puantalist ressam arkadaşlara gelince, onlar da resimlerini tuvale aktarırken fırçanın ucunu kullanıp noktalarla çalışırlardı. Türkçesi noktacılık gibi birşey yani :) Örneğin şu aşağıdaki resim
Resim Georges Seurat'a ait. Tabi şimdi buradan belli olmasa da bu resimde fırça darbesi sadece nokta şeklindedir. Yüzlerce binlerce küçük noktayla yapılan akımın en meşhur resimlerinden biri. Resmin adını da unutmadan yazayım; Grand Jatte Adasında Pazar Öğleden Sonrası. O dönemde Grand Jatte Adası insanların piknik yaptığı, buluştuğu popüler bir yermiş. Çokça resmedilmiş bir mekan. Tabiki bu tablo da sergide yoktu :) Keşke olaydı.
Buarada bu tablolar  Lucien Arkas'ın koleksiyonundanmış. Lucien Arkas da Arkas Holdingin yönetim kurulu başkanıymış. Kendisinin koleksiyonu 900dan fazlaymış. Ve benim sandığım gibi Fransız Konsolosluğu binanın liseye bakan kısmında varlığını sürdürüyormuş; sanat merkezi kısmı Kordon tarafıymış. Acaba bu kısımdan konsolusluk kısmına geçiş vardı da benim muhteşem cüssemden korkup peşime iki güvenlikçi mi taktılar :)))
İşte gezdim, gördüm, yazdım. Çaktırmadan çektiğim birkaç resmi de ekleyivereyim şuracığa


 Bu büyük bir tabloydu. Binanın birinci katından ikinciye çıkarkenki merdivenlerin duvarında, ulaşılamayacak yükseklikteydi, ancak bu kadarını çekebildim gizlice.

Büstün olduğu fotoğraf ışıktan kötü parladı. Bu erkek büstünden ziyade zeminin karoları beni benden aldı :)
Buarada tabloların aydınlatılması berbattı. Hiç mi göz yoktu o ışıkları yerleştirenlerde şaşakaldım! Tablonun parlaklığını nerden baksam da gidersem diye uğraşırken bir hayli eğilip büküldüm. Ömrüme değişik bir sergi katmış oldum bugün.
Sergiden çıkınca binanın Kordon yüzündeki sergi afişini de çektim.
Buarada hava hala mis gibiydi. Bir yürümektir aldı o gün bende. Birara Kitapsan'a uğrayıp kendimi dergi ve kırtasiye ürünleriyle ödüllendim. Cumartesi başlıyacak yazarlık atölyemiz için iki kalem bir dosya aldım :) Dosyam Klimt desenli :) Çocuklar gibi şen bir günü vapurla sonlandırırken Kordon'da yürüyen insanların genelinin siyah giyinişi birazi çimi karartı. Ama vapurun Pasaport'a yanaştığında üstümüze düşen güneşe ne demeli! Allam o suyun rengi! Kusursuz anlar oluyor bazen şu hayattta. O an da kusursuzdu. Van Gogh sarısı olmuştu suyun üzeri. Delice bir sarı. Bir yandan da yumuşak gölgeler! Bayıldım bayıldım. Biraz da üşümedim değil vapur burnunu Karşıyaka'ya dönünce. Olsun iyiydi. Çok iyiydi. Vapurdan birkaç da resim koydum mu bitmiştir bu yazı. Hımm öykü günleri yazıları ve atölye çalışmaları yazıları haftaya bu blogta :) 

17 Şubat 2012 Cuma

Bir Mimlemedir Gidiyor

Evet mimi bastı Sırra Kalem, bana da yazmak düşüyor :)
Sorular bol, hemen başlıyorum
1- Ölmeden önce görmek istediğin bir ülke var mı, neden orası?

Bir değil birçok yer. Öncelikle İtalya, ardından İspanya, İngiltere kısaca Avrupa. Ardından Afrika kıtası... Heykel, resim ve mimariye düşkünlüğümü önce Floransa ardından Barcelona ve Londra ile giderebilirim sanırım.


2- Kış mı yaz mı?
Kesinlikle yaz!!! Şu kaşlarını çatmış gökyüzü ruhumu öldürüyor!!

3- Hiç saçının tamamını boyattın mı, pişman oldun mu?
Hiç böyle bi soruyle karşılaşmamıştım. Kadın dediğin illa ki boyatır saçını hem de tamamını :) Hiç pişman olmadım. Biz kadınlar eserekli türüz canımızı istediği herşeyi tak diye yaparız.

4- Bloğumda en çok ne tarz konular görmek istersin?
Blogunu öpüp başıma koyuyorum sen ne yazarsan güzel yazarsın :)

5- Yaptığın en çılgın şey neydi?
Yıllarrr yıllarrr önce taa ilkokuldayken kuzenlerimle sokaktan geçen adamların kafasına 2 bardak su dökmekti :) bu kaa

6- En sevdiğin tatlı nedir?
Kesinlikle donut! Ve elbette yanında kahveyle! Ama ne yazık ki İzmir'deki tüm dunkin donats'lar kapandı... Sırra Kalem, cafe açarsak donut da yaparız :)

7- Hiç bıkmadan kullanabileceğin oje rengi?
Pastel73!!!
 
8- Hayvanları sever misin? Evde beslemeyi istedin mi hiç?
Ih soru da bi tuhaf... Hayvan beslemek?.. Hayvanları severim, çok severim. Bir kedim var ama onu beslemiyorum :) Kedimle uyuyorum, uyanıyorum, kedim çalışma masamda kalemime pati atar, peteğin önünde uyur, ben yemek yersem gider o da mama kabının başına gider... Yani bir hayvan beslemiyorum bir kediyle yaşıyorum :)

9- Düzenli olarak takip ettiğin bir dergi var mı, varsa hangisi?
Var; Artist, Genç Sanat dergileri.


10- Sence Türkiye'de en yaşanılası yer neresi, neden?
Tabiki de İzmir. Sokakların denize çıkması, rahatça yaşabilmemiz, kız kıza içmeler ebüj olmalar, ulaşımın çok çok rahatlığı...

11- İnsanların sende gördüğü, dile getirdiği en iyi ve en kötü özelliğin nedir?
Kulağıma gelenlere göre dengesiz diyenler var :)

Bitti! :)



12 Şubat 2012 Pazar

Benim Sevgili Haremim

Bu hafta nereye cv bıraksam, Mit olayının perde arkasını öğreneyim, Paul Auster'ın yeni çıkan kitabını alayım, dergiye yazıya başlayım artık derken duydum ki mimlenmişim... Duydum ki kendime Yetkin D. beyfendiyi saklıyormuşum falan... Hemen duruma açıklık getirip haremimi blog okuyucularına açayım, şu Yetkin'i kendime saklama konusuna açıklık getireyim dedim... Efendim yok öyle birşey... Yıllar yıllar evel, ben Yetkin beyfendinin bacak boyu kadar iken, muhtemelen hala öyleyim, ne zaman markete gitsem kendisini dibimde bitmiş bulur idim. Önce o güzelim ses, ardından başımı kaldırıp baktığımda o şahane yüzüyle karşılaşır idim... Yıllar yıllar evel... Kendisine Sırra Kalem basan canım arkadaşımla birlikte eğlenceli harem günleri dilerim :)
Benim haremime geleyim. Düşündüm taşındım, Sırra Kalemimle paslaştım. Bu paslaşma sırasında birara çok güldük zira bizim harem bize kalsa ruhlar evine dönecek! Yaşayandan çok ölü bizim adamlar...
Sonuç olarak, 10 güzel adamın arasında birkaç eski adam da katıp güzelll bir harem yaptım kendime.
Haydi bu 10 adama bir de benim açımdan bakalım :)
1. Erkan Oğur
Haremime öncelikle müzik katıyorum. Katıyorum ki sohbetler tatlı olsun, ortam canlansın.
Erkancığımla 10 yılı aşkın bir sohbetimiz vardır. Artık eline perdesiz gitarını mı, kopuzunu mu, bağlamasını mı alır bilemem, ama o neye dokunsa güzel olur.

                               
2- Gustave Courbet
Ortamda böyle güzel tınılar dolaşırken yakışıklı bir ressam kocaman bir tuvalin karşısına geçse güzel olmaz mı? Gustave Courbet işte burada haremime dahil oluyor. 19 yy ın önemli ressamlarından olan bu enteresan kişilik dönemin Fransasını bir hayli sallamış bir ressamdır. Çizdiği kadınlara da benzediğim düşünülürse haremimde şöyle kanepeme uzanmış bir yağlı boyamı da yaptırabilirim.

3- Francesco Toldo
Ben Courbet'e model olurken bir yandan da tek kale maç yapılıyor haremimin terasında. Kalede de Francesco Toldo :) Kendisi 2000 olmalı yanılmıyorsam dünya kupasında finalde İtal'yanın kalesini bin bir komikliklerle korumuş bir uzun arkadaş... Zira önündeki topa vurmak şöyle dursun sürekli topu ıskalayıp popo üstü yere yapışınca ilgimi çekmişti. Sonra kendisiyle haşır neşir oldum ki, pek güleç yüzlü pek şaşkın bir insan. Kanım ısınıverdi bu Padovalı çocuğa.

4- Guillaume Canet
Haremimdeki ikinci Fransız Guillaume Canet. Bu arkadaşı önce Kumsal filminde gördük sanırım. Oysa ben kendisini Audrey Tautou ile rol aldığı, Biraradayız Hepsi Bu adlı filmde yakından tanıdım. İyiki de tanımışım diyorum... İyi oyuncu, üstüne de güzel bir mizacı var :) Giydiği gömlekler, tişörtler de pek güzel :) Güzel işte :P

5- Jonny Deep
Gelelim başka bir güzel adama... Jonny ah Jonny! Kaç çocuk babası sayamadım, güzel de bir karısı... Pek de takmıyor kimseyi. Bir oyuncudan çok aile babası iyi koca hallerinde. Güzel haller bunlar :) Bir de Jack Sparrow rolü bitse artık başım göğe erecek! Azıcık daha gizli pencere, çikolata falan sevgili Jonny...

6- Jack Nicholson
Oyunculardan giderken ağır bir topa geleyim... Her yönden ağır, yaşlandı, meme göbek yaptı yapmasına da ben onu hep Cinnet haliyle görüyorum :) Jack! Muhteşem Jack :)
Cinnet filmine dahil olsam benim de arkadamdan koşsa :) Tabi kesmek için değil :) Böyle karda koşarız, çamların arkasına falan saklanırız olmadı o daktilosu başındayken ben ona kahve getiririm falan... Ya da haremimin en güzel gülen adamını Guguk Kuşu'ndan kaçırırım...

7- Mahir Çayan
Koşmaca, eğlenmeceye ara verdik şimdi. Haremimde memleketten konuşacağız toplanın! Mahir'i aldım yanıma, yazılarını topladığı kitabını anlatıyor bana. Bıyıksız hali... Gülünce güzel oluyor, çok güzel oluyor hem. Genç yüzünün ölümle alakası yok. O geleceği savunuyor, gözlerinin, bıyıksız gülüşünün ölümle ilgisi yok. O güzel günleri anlatıyor şimdi bana. Anlatsın, isterse sabaha kadar. Gözümü kırpmadan dinleyeceğim onu...


                       
8- Özgür Mumcu
Özgür de geldi... Onun da babasının güzel düşünen bir kafası vardı... Özgür'ü bıraktı bize. Şimdi Özgür güzel şeyler söylüyor, yazıyor okuyor... Radikal' de yazıyor, twitterdan da twittler atıyor. Çocuk gülüyor, konuşunca sesi etkiliyor. Saçları biraz yataktan kalkma ama sevdim ben o hali de. Umursamaz çünkü. Tv'ye bile o saçla çıkabiliyor. Ama lacivert ceket ve açık mavi gömlek ve kavuşturduğu elleriyle güçlü, zeki.

9- Fidel Castro
Bir ağır top daha. Onu da şimdi gözünün feri kaçmış yaşlı bir adam olarak değil de hep o ağzında puro, elleri kolları sallayarak konuşan devrimin önderi Fidel olarak görüyor gözlerim. Haremimin güzel puro kokusu ondan. Arada bana da sarıyor onlardan. Sigara içmem de arada birkaç puro fena olmuyor hani. Az uyuyor bu adam, günde 3-4 saat. Onun dışında sürekli okuyor. Sierra Maestra'dan bahsediyor bana, Domuzlar Körfezi çıkartmasını heyecanla anlatıyor, Ernesto'dan bahsediyor. Gülünce o da güzel gülüyor. Zaten sesi hep gülmeli, hiç umutsuz somurtkan değil. Güzel olan bu işte.

10- Daniel Day Lewis
Eveettt! Beni çok sarsan adamı sona sakladım :) oo oo oo seni kendime sakladımmm :))
Adın bu kadar uzun olmayaymış Danielcığım :) Neden öyle bakıyorsun amacın yüreğime indirmek mi! Farklı bu adam, hepsinden farklı. Bak ahşap oymacılığı da yaparmış. O güzel ellerin boş duracağını düşünmek saçma olurdu zaten. Oyunculuktan bahsetmeme gerek yok sanırım, gerçek ötesi...
Hele o film, var olmanın dayanılmaz hafifliği! Kırk defa izlesem yine aynı heyecan. Tereza'n olayım Tomas! :)

7 Şubat 2012 Salı

Dilek Ağacım

        
   
Yarım günlük kar bitti, azcık da hava ısındı, şimdi de yağmurlar...
Ama ben biliyorum yakındır bahar :) Pencere balkon açık oturmak istiyorum artık, evden çıkarken üstüme ince birşey giyeyim istiyorum, vapurun açık kısmına oturayım da güneş gözümün içine girsin istiyorum!  Çok şey mi istiyorum :)
Hem çalışma masamı penceremin önüne çektim. Şöyle hafiften ılık bir rüzgarla samimi olsam çalışırken, kedi kızım pencere önünde biblo gibi durup karşı komşuları şaşırtsa...
İşte ben buaralar soğuk havaymış, yağmurmuş irkildim. Rahatlamak istiyorum, şu pencereler kapılar açılsın artık, başlasın balkon kahvaltıları, balkon içmeleri!
Şöyle güneş uzun uzun bizimle kalsın, Sardunya' ya gidelim dışarda oturup biralarımızı içelim, Bostanlı sahile gidip bira hamburger yapalım, uzun uzun denizi izleyelim ve gene uzuunn yürüyüşler yapalım.
Tabi ben de bir işe girmiş olayım artık! :)
Şöyle tatili iple çeken insan moduna gireyim :)
Burası daha fazla dilek ağacına dönmeden kaçayım :)
Saat ilerliyor ama gözümde gram uyku yok.
Kedim patisini çenesinin altına koymuş uyuyor, gül kokulu bir mum yanıyor ve radyo3 ten eve yayılan müziğe arada gürleyen gök katılıyor. Bu gecemin formatı bu...


3 Şubat 2012 Cuma

Kara Uyanmak

                                     



O kadar laf ettik, yok boşuna üşüyoruz yok güneş de neyin nesi derkennnn 'kar, kar, kar' sayıklamalarıyla güne hiç olmadık bir saatte gözümü açtım!
Pardon açtık! Tüm Smyrnalılar olarak kendimizi sokağa atmadan evel, birbirimize mesajlar çektik ' uyan kar yağıyo' diyerek!
Tanrım biz deliyiz! :)
Öğrencilik hayatımı Bursa'da geçirdiğimden kar oynamaya çıkarken, kafama bere elime eldiven takmam gerektiğini bilirim. Lakin öyle bir heyecan yaptık ki annemle, aceleyle bir yüz yıkamadan sonra kahvaltı bile yapmadan ve eldiven bere almadan sokağa fırladık :)
Saat 9 du ve bizden başka sadece iki oğlan çocugu vardı :)
Birkaç kafa da pencereden bakıp fotoğraf(!) çekiyordu :)
Tabi annem acemi, en son karı kimbilir kaç sene önce görmüş! Aldım avcuma karları pat pat kafasına yüzüne geçirdim :) O da tatlı gülüşlerle benim kafama! Ayşeciğim (annem) öyle şaşkın ki, botları kara bastıkça 'aa gırc gırc diye ses çıkarıyo kar' diyordu! Karda yürüyen masum İzmirliyiz biz :)
Ne çok güldüm! Bugün bunu da fark ettim, kar insanları gülümsetiyor. Mesela tanımadığımız bir kadın yanımıza yaklaşıp bizle sohbet etti kar üstüne, tanımadığımız insanlarla gülümsedik birbirimize... Bugün şehrin yüzü gülüyordu :)
Şunu da yazmadan geçmemem lazım, muhtemelen 4-5 yaşında bir çocuk suratına kar yedikçe, ama abi yüzüme atma, deyip ağlayacak gibi oluyordu! Yavrum o kadar acemi ki ağlaması değil de eğlenmesi gerektiğini henüz idrak edememişti!
Tabi buarada içim içimi de yedi, ortada ne kedi ne köpek vardı. Hayvancıklar kimbilir nerelerde soğuktan korunmaya çalıştı... Kar eğlencelerimiz bittiğinde mahalledeki çöp kenarlarına kuru mama bırakırken bir tane siyahlı beyazlı tosuncuk kedicik, kara basan patilerine şaşarak geliyordu. Bir yandan üzülmek bir yandan sevinmek... Neyseki karnı doyacak...
Soğuk havalarda hayvanların daha fazla yemeleri lazım ki soğuğa karşı dayanıklı olabilsinler. Bunu düşünüp onlara yemek ve su koyan kaç kişiyiz acaba?.. Neyseki İzmir bu konuda iyi bir örnek...
Ama kaç yıldır kediler için yaptığım kutudan evler ne hikmetse ortadan kayboluyor! Bundan bile rahatsız olmak nasıl bir insanlık halidir anlamam mümkün olmayacak sanırım...
Buarada kedi kızım da hiç kar görmediğinden kendisini pencereye çıkardım. Tatlı siyam kafasına kar taneleri düşerken kara burnu çivi gibi havayı kokluyordu :)
Öğleden sonraya kadar kar güzel güzel yağdı. Annemle ikide bir pencereye gidip, yağıyor yağıyor, deyip içimizi rahatlattık, birbirimize sıcak çaylar getirdik.
Ve kar yağan yağmurla ömrünü doldurdu :)
Olsun bize bu kadarı da yeter! Artık bi 10-15 sene kar görmesek mühim değil. Zaten böyle nadir olunca daha bir güzel oluyor sanki.
Baksanıza İstanbul'un haline! İnsanlar sefil halde işe, eve gitmeye çalışıyor. Yok metrobüs çalışmıyo, yok yol kapalı! Ne anladım ben bu işten!
İyi oldu böyle iyi... Yarım gün de olsa hepimiz güldük, değişik duygular içinde başka bir dünyada neşelendik.
Güzeldi bugün :)
Ve tüm gün dinlediğim şarkıyı da ekleyip geceme kaldığım yerden devam edeyim...
 

2 Şubat 2012 Perşembe

Maybe Monday Maybe Not

Stresli bir gün bitti...
Ayaklarımı uzattım, çıt yok dünyadan.
İnsan insanın kurdudur demişler, iyi demişler. Bu insan örneğinden uzak durmak lazım, mümkünse görüşmemek lazım.
Öyle ki kötü kalplerinin baktığı gözleri, sesleri yerin yedi kat altında olsun.
Bitti bugün. Güzel başladı.
Ve dünden beri kentauros olmayı deli gibi istiyorum. Dört yıllık, pardon bir yıl da uzattım, beş yıllık sanat tarihi eğitimimde mitoloji, heykel derslerinde kendileriyle sıkça karşılaşmama rağmen ilgimi çekmemişlerdi.
Ama şimdi anlıyorum ki, ben onları hep sabitken gördüm :) Hiç şöyle şahlana şahlana koşuşlarını görmedim :)
27 yaşında küçül de cebime gir bir havva kızı olarak, Narnia günlüklerine bayıldım!
Taktım kafaya, kentauros olmalıyım! Olmayacak duaya amin denmez, tamam sustum.
Birkaç güzel şarkı beni bu çılgın hayalimden uzaklaştırabilir.
Bağırmadan şarkı söyleyen insanları seviyorum. Anladık sesin var diye bağıra çağıra şarkı söylemenin anlamı ne?.. Şöyle güzel güzel, okşaya okşaya ruhumu... Ne acelemiz var...
Gece vakti sesi bedenimin yorgunluğuna bile iyi gelen şu kadını bir kez daha dinleyip ve şuracıkta da paylaşıp mini adımlarla geceyi kapatıyorum.