30 Kasım 2011 Çarşamba

Ne Güzel Gece

Bu kadın beni neden hep hüzünlendirdi tam bilmiyorum. Aslında çözmeye uğraşmıyorum, sadece hisse odaklanıyorum.
Ama belki kadınlığı belki çocukluğunda yaşadıkları belki bu kadar aşık oluşu belki onu zorlayan şeylerin üstüne gidişi…
Ama en çok Diego’ ya bakışları, dokunuşu… Dokunuşunu nerden biliyorsunuz demeyin, açın youtube’u bakın.
Üniversitede Frida sunumu yaparken de sanki ta Meksika’dan bir kadın ressamı anlatıyor değildim de, ne bileyim teyzemden belki de kendimden bahseder gibi anlatmıştım.
Bir de hayatımın ilk alkışını o sunumdan sonra almıştım J
Neyse gene konuya döneyim, aşağıda daha önce yayınlanmış Frida yazımı paylaşayım dedim gecenin bu şahane vaktinde.
                                                                                                 KOMÜNİST BİR RESSAM FRİDA KAHLO

 Sanat nedir, amacı olmalı mıdır, bir ideoloji gütmeli midir, halk için mi olmalıdır?..
Sanat üstüne böyle ne çok soru sorulabilir!
Sanat bir doğumdur, yaratıcısının ellerinden çıkan bir çocuktur.
Yaratır sanatçı. İçinde tutamayacak hale gelen şeyleri doğurur, kendinle çatışır doğurur, yaşamıyla çatışır doğurur, toplumla çatışır doğurur.
Meksikalı sanatçı Carmen Frida Kahlo Calderon bunların tümüyle çatıştı. Doğumu da böyle bir ortamdı aslında, bir devrimin doğduğu ülkeydi Meksika.

Ben bir devrimin kızıyım, buna hiç şüphe yok, bir de atalarımın taptığı ihtiyar ateş tanrısının. 1910’da doğdum. Mevsim yazdı. Kısa zaman sonra büyük isyancı Emiliano Zapato, Güneyi ayaklandıracaktı. Evet, ben bu şansa sahip oldum işte; Benim tarihim 1910dur.


Frida’ nın entelektüel ateist bir babası ve dini inançlarına sıkı sıkıya bağlı bir annesi ve kız kardeşleri vardı. Çocuk yaşlarda babasından fotoğraf çekmeyi öğrenmişti. Beş yaşında çocuk felci oldu ve bu nedenle sağ ayağı ötekinden daha kısa ve ince kaldı.Tüm fotoğraflarda saklamak isteyeceği daha kısa bir bacağa sahip olmuştu ve böylece çocukluğu boyunca diğer çocukların alay konusu olmuştu. Çocuklar onu göstererek ‘Frida, pata de polo! diye bağırırlardı. Yani Tahta bacaklı Frida! Bunlar onun kişiliğini olgunlaştıran, sağlamlaştıran küçük ama önemli detaylar olmuştur.

’Yaşamlarına bir anlam vermeyi bilmeyen ve sizinkine zarar vermeye çalışarak daha da alçalan insanların, kendi özgüçlerini başkalarını küçük düşürme yoluyla elde edecekleri öğrenilmiş düş gücü ve oyun fukarası çocukların bu türden kırıcı davranışları bana dokunmaz oldu… ‘

Yaramaz çocukluğunu Meksika’nın en iyi lisesi olan Ulusal Hazırlık Okulu’nda da sürdürdü. Bu okul sosyal etkinlikleri, kulüpleri baskın olan bir okuldu. Frida, burada Cachuca’lar kulübüne katılmıştır. Kendinden başka sekiz arkadaşıyla beraber romantik sosyalizmi benimsemişler, kendi kültürleri dışında İspanyol ve Rus Edebiyatından da çokça etkilenmişlerdir.
Frida bu yıllarda kendini okuyarak beslediğini, dönemin koşullarının bunu gerektirdiğini, devrimin onların omuzlarında yükseldiğini söyler.

‘Biz bir devrimin çocuklarıydık ve bu devrimin bir yanı omuzlarımızdan destek alarak ayakta duruyordu. Devrim bizim süt annemiz, bizleri karnında taşımış olan gerçek annemizdi… İnanç ve umut doluyduk. Yeryüzünde değişmesi gereken herşeyi değiştirecek güce sahip olduğumuzu düşünüyorduk. Haklıydık da… Gücümüz neredeyse kendimizi aşıyordu. Asıl önemli olan da atılımımızın yaşamsal olmasıydı…’

Frida, 17 Eylül 1925’in bir öğleden sonrasında, okul çıkışı, nişanlım dediği sevgilisi Alejandro Gomez’le bindiği dönemin yeni olan ahşap otobüsünde ‘bedenime giren ilk acı’ dediği kazayı yaşar. İnsanların ölecek gözüyle baktığı Frida, o kazadan omurgası ve belinde 3 kırık, köprücük kemiği, üçüncü, dördüncü kemiği kırık, sağ bacağında on bir kırık, çıkmış ayak ve omuz ve son olarak da üç yerinden kırılan leğen kemiği ile sağ kurtulmuştu. Ekim 1925’te Frida evine çıkarıldı. Ve böylece kımıldamadan sırtüstü yatmak zorunda oldu günler başlamış oldu.

O dönemde Proust okumayı kafama koymuştum. Botticelli’nin Sistina Şapeli’nde Jetro’nun kızı Zephora’dan söz etme biçimi beni çok etkilemişti. Bu freskin resmini kitaplarda arayıp bulmuş, hafifçe yana eğik ve etkileyici güzellikteki bu yüzü uzun uzun incelemiştim.

Bu dönemde ilk aşkı Alejandro Gomez tarafından terk edildi. Babasının getirdiği boya tüpleriyle resim yapmaya başladı. Ve ilk resmi, aynada en çok gördüğü olan yüzünün  portresini Alejandro  için yaptı.

Bu üzerime gelen aynanın altında, birden şiddetli bir resmetme arzusu uyandı bende. Artık sadece çizgiler çizmek için değil, bu çizgilere bir anlam, biçim ve içerik vermek için de bol bol zamanım vardı… Otoportre konusundaki ısrarım hakkında bana çok soru soruldu. Bir defa seçme şansım yoktu… Bir an kendinizi benim yerime koyun. Tam kafanızın üzerinde kendi görüntünüz, özellikle de bedeninizin çoğu zaman çarşafların, yorganların altında olduğundan, yüzünüz. Yani, salt yüzünüz. Takılmamak elde değil, neredeyse çıldırtıcı bir şey bu. Ya bu takıntı sizi yutar ya da siz onun karşısına dikilirsiniz.’

Zorunlu yatak günleri sona erdiğinde, 1928 senesinin başlarında kendini Meksika sanat çevresinde buldu. 1929’ da Meksika Komünist Partisine katıldı. Burada birçok dost edindiği gibi, aktif bir sanat ve fikir ortamına dahil oldu. Ve burada hayatının ikinci önemli kazası dediği Diego Rivera ile tanıştı. 1929 senesinin 21 Ağustosunda evlendiler. Diego, komünist ve ressamdı. Frida’nın ailesi  onların evliğini, bir güvercinle filin evliliğine benzetmişlerdi.

‘ Diego, kendi boyutlarında dev yapıtlar verdi; bense, kendime uygun küçük boyutlarda çalışmalar yaptım. O daha çok dışa, toplumsal olana açıktı, bense içe, insanın mahremiyetine dönüktüm. Ayrı türden bu yakınlığın, birbirimizin çalışmasına yönelttiğimiz bu bakışın ve bu konudaki eleştiri duygumuzun yaşamımdaki en güzel şeylerden olduğunu düşünüyorum. İlişkimizin en güzel yönlerinden biri de buydu.’

1930 sonbaharında bir dizi duvar resmi yapmak için Amerika Birleşik Devletlerine gittiler. San Francisco’da bir heykeltraşın evine yerleştiler. Diego çalışırken, Frida geleneksel giysileriyle Amerika sokaklarını dolaşıyor ve eğleniyordu. Bazen çocuklar, Frida’nın kıyafetinin ilgi çekiciliğine kapılıp, peşinden koşuyorlar, onu sirkte çalışan biri zannediyorlardı. O dönemde sağlıksız olan bacağının ağrıları artınca kendini resme verdi. Çeşitli portreler yaptı. Haziran ayında Meksika hükümetinin çağrısı üzerine tekrar Mavi eve, Meksika’ya döndüler. Ve orada bir konukları vardı, Que Viva Mexico’nun çekimleri için gelen Sergey Eisenstein. 1932 Nisan’ın da tekrar Amerika’ya gittiler.

‘Bu kent ( Detroit ) zavallı köhne bir köye benziyor. Hiç sevmiyorum ama Diego bu arada hararetle çalıştığı için mutluyum (…) Sanayi merkezi Detroit’in gerçekten en ilginç yeri, geri kalanı, Amerika’daki her yer gibi çirkin ve anlamsız.’

Bu sırada Frida hamileydi. Fakat Temmuz 1932’de bir gece, Frida düşük yaptı. İki hafta hastanede kaldı ve 17 Temmuz’da Henry Ford Hospital’den çıktı. Çok zayıftı ama zaman yitirmeden ‘ Henry Ford Hastanesi ‘ adlı tablosunu bitirdi. Annesinin kansere yakalandığını haber veren mektubu alınca, 4 Eylül’de bir arkadaşıyla trene binip yola koyuldular. Diego Amerika’da kaldı. Meksika’ya, Mavi Ev’e vardıklarında 8 Eylül’dü ve annesi Matilde 15 Eylül’de öldü. Bir ay Meksika’da kalıp tekrar Detroit’e döndü. Hemen resim çalışmalarına koyuldu. Diego, Detroit Sanat Enstitüsü’nde çalışıyordu. Ve Rockefeller Merkezi’ndeki duvar resmi eleştiri yağmuruna tutulmuştu. Çünkü resmin tam ortasında Lenin’in yüzü görülüyordu. 1934’te, Meksika’daki evlerine döndüler.
1936’da Frida, sağ ayağından üçüncü kez ameliyat oldu, fakat ayağı besleyen damarlardaki çürüme devam ediyordu. Omurgasında da şiddetli ağrılar duymaya başlamıştı. Ama tüm bu acılar, yaşama sevincini azaltacağına daha kızıştırıyor ve karakterini güçlendiriyordu. San Angel’ deki evleri çok hareketliydi; Rivera çifti ve dostları, Frida’nın kız kardeşleri, maymunlar, papağanlar ve köpekler hep biraradaydı.  9 Ocak 1937’de Rus Siyaset adamı Troçki ve eşi Natalya Mavi Ev’e yerleştiler.Frida, Troçki’ye 7 Kasım 1937’de bir otoportresini hediye etti. Buarada sanat eleştirmeni Andre Breton Meksika’ya gelip, San Angel’daki eve yerleşti. Breton, Frida’nın gerçeküstü resimler yaptığını söylüyordu. Frida ise onu, fazla kuramcı buluyor ve sadece kendi gerçekliğinin anlattığını söylüyordu, kendi düşlerini, kendi gerçekliğini.

‘Benim, yalnızca kendim, dengem ya da yaşamımı sürdürebilmem için tümüyle resme dört elle sarılmam, resmin içine kök salmam gerektiğini düşünüyorum… 1937- 38 yılları benim açımdan sanırım bu duyguyu yansıtır ve bu anlamda bir dönemeç niteliği taşır… Zaman zaman, sürdürdüğüm biçimiyle resmimin, bir ressamınkinden çok bir yazarın yapıtına benzeyip benzemediğini düşünürüm… Yapıtım: Asla yazılamayacak denli güzel özyaşamöykümdür…’

Frida önce New york’ta çeşitli tedaviler için bulunup ve küçük bir sergi de açtı. Sergilenen yirmi beş tablodan on ikisi satılmıştı. 1939’un Ocak ayında sergi açma amacıyla Fransa’ya  gitmişti. Frida, Fransızları, aşırı derecede entelektüel, tembel ve inceliksiz buluyordu. Küçük evlerde yaşamaları onu çok sıkmıştı. Frida bu arada hastalandı ve hastaneye kaldırıldı. Bu sırada serginin açılış sorunları yaşanıyordu. Sonunda Frida, serginin yıldızı olmuştu. Picasso Frida’nın resimlerinden çok etkilenmiş, Diego’ya bir mektup yazıp, kimsenin Frida gibi yüz çizmeyi bilmediğini söylemişti.Frida moda çevrelerini de etkilemişti. Modacılardan biri ‘ Madam Rivera elbisesi’ni tüm Paris’te duyurdu ve Frida Vouge dergisinin kapağında yüzükleriyle dolu elinin resmi çıktı. 1939-40 dönemi verimli ve sıkıntılı bir dönem yaşadı. Hem duygusal hem fiziksel acılarını resimlerine aktardı:İki Frida, Maymunlu Portre, Kısa Saçlı Otoportre, Dikenli Kolyeli ve Yılanlı Portre. 1940’da Ocak ayında Meksikâ’daki  uluslararası gerçeküstücülük sergisine, İki Frida ve Yaralı Masa adlı tablolarıyla katıldı. Bu sergide, Giacometti, Picasso, Kandinsky, Klee, Dali ve Rivera gibi ünlü sanatçılar da yer alıyordu.
Frida’nın retrospektif sergisi bir saygı gösterisiydi. Fotoğrafçı Lola Alvarez Bravo’nun güzel galerisinde Amberes Sokağı 12 numarada açılan serginin kokteyli 13 Nisan 1953’te yapıldı. Frida’yı  bu sergiye bir ambulanstan sedyeyle indirdiler ve insanlardan yol açmalarını ricalarda bulunarak yatağına taşıdılar. En sevdiği giysileri giymiş, bakımlı, saçları yapılı, yatağında Diego ve Lenin fotoğraflarıyla Frida şaşkınlık yaratmıştı. Ama tam da ona yakışır bir tavırdı bu!.. Frida orada dostlarıyla türküler söylemiş, ağlamış sanki veda etmişti… Sergiden sonra Frida’nın sağlık durumu iyice kötüye gitmişti. Doktorları dinlemeyip içkiye ve sigarasına devam ediyordu. Frida, bacağının kesildiği son ameliyatından bir ay önce kırk altı yaşını doldurdu.

Altı ay önce bacağımı kestiler. Bu aylar benim için işkenceyle dolu yüzyıllar gibiydi, zaman zaman aklımı yitiriyordum. Hala intihar etme arzusu taşıyorum.  Ama beni Diego engelliyor, çünkü zannedersem gösteriş açısından bana ihtiyacı olabilir. Böyle dedi ve ona inanıyorum. Ama yaşamım boyunca böyle acı çekmedim. Biraz daha bekleyeceğim

2 Temmuz’da hastalığına ve yakınlarının karşı çıkmalarına rağmen, komünistlerin düzenlediği bir gösteriye katıldı. Yağmur yağıyordu ve tekerlekli sandalyesini Diego sürüyordu. Zatürreye tutulmuştu ama umursamıyordu.
13 Temmuz 1954’ te sabaha karşı hayata veda etti. Son tablosu, kırmızı karpuzların olduğu, Yaşasın Yaşam olmuştur…

‘ Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğimi umarım. Tekrar ediyor, haykırıyor, seni çağırıyorum. İhtiyar Mictlantecutli, Tanrı, kurtarın beni. Evet, çok içiyorum. Kafamın ve düşüncelerimin biraz dalgalanması için böyle yapıyorum. Bugün hayata dört elle sarılabiliyorsam, bunun tek nedeni düşüncelerimin beni yaşama bağlamasıdır’



  •  

1 yorum:

sırrakalem dedi ki...

çok güzel, eline sağlık küçüğüm. birkaç hata var tekrar okursan görürsün sen de... onları da düzeltirsen dadından yinmez :p